Apoyevmatini'nin Hikâyesi

-
Aa
+
a
a
a

1925 yılından beri İstanbul'da Rumca olarak yayımlanan ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Apoyevmatini (İkindi) gazetesini neredeyse 10 yıldır tek başına çıkartan Mihail Vasiliyadis Açık Gazete'de konuğumuzdu.

 

Vasiliyadis ile Apoyevmatini'nin hikâyesini, bugün karşı karşıya olduğu zorlukları ve gazeteye destek olmak için başlatılan abonelik kampanyasını konuştuk. Kampanyanın başlamasından itibaren geçen 2 gün içerisinde, aralarında pekçok Rumca bilmeyen vatandaşın da bulunduğu 60 kişi Apoyevmatini'ye abone oldu.

 

Siz de Apoyevmatini abonesi olmak isterseniz, [email protected] adresine yazın ya da 212 225 59 57 numaralı telefonu arayın.

 

Dinlemek için:

 

İndirmek için: mp3, 30 Mb.

 

6 Temmuz 2001 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

Açık Gazete'nin podcast servisine abone olmak için tıklayın.

 

Ömer Madra: Bugün Apoyevmatini gazetesinin hikâyesini konuşacağız bu sabah. Türkiye’de yayın yapan tek Rumca gazete olan Apoyevmatini’nin kurtarılması için bir kampanya var. Çeşitli gazetelerde, Taraf, Radikal ve Cumhuriyet gazetesinde de görmüştük, Birgün gazetesinde de yer verildi bu hikâyeye medyada. Biraz gecikmeli olarak ilgi topluyor. Biz de Açık Gazete’de bunu konuşalım istedik. Mihail Vasiliyadis hoş geldiniz.

 

Mihail Vasiliadis: Hoş bulduk. Önce küçük bir düzeltme yapayım, Apoyevmatini tek Rumca gazete değil, arkadaşlar gocunmasın, İho gazetesi de var. Tabii o çok daha sonradan çıkan bir gazete, özellikle cemaat haberleriyle ilgili, ama o da yayını sürdürmeye çalışıyor.

 

ÖM: Sizinlebir kez de 6-7 Eylül vesilesiyle burada etraflıca konuşma fırsatı bulmuştuk, bu ikinci defa, ama bu seferki biraz daha zorlu.

 

MV: Hüzünlü. Öbürü de hüzünlüydü zaten!

 

ÖM: Evet azınlık olmak çok kolay bir iş değil, hiçbir yerde değil, ama Türkiye’de daha da zor galiba?

 

MV: Eh herhalde, neticeden yola çıkarsak öyle olduğu gözüküyor.

 

ÖM: 86 yıllık çok büyük bir tarihi konuşacağız. Dün sizi davet ederken ilginç bir şey söylediniz, isterseniz onunla başlayalım. “Saat 6’da yatıyorum,” dediniz değil mi? Öyle bir şey söylediniz.

 

MV: Evet bütün gece çalışıyorum gazete baskıya hazırlansın diye, gazete 10:30’da falan baskıya giriyor, ama ben herhalde 5-6 gibi, bazen daha erken, bazen daha geç bitiriyorum, pdf formatında matbaaya yolluyorum, hemen yatmaya gidiyorum.

 

ÖM: Bu sefer size yatma, uyuma imkânı vermedik burada.

 

MV: Zaten bugünlerde pek uyumaya imkânım olmadı, özellikle genç arkadaşların Apoyevmatini için gösterdiği hassasiyet zaten uykumu aldı götürdü. Yatmaya gidiyorum, bu gençler aklıma geliyor, bu çocuklar, -çocuk demeyeyim üniversiteli gençler ve hocaları- Rumca bilmedikleri halde sırf Apoyevmatini’yi desteklemek için abone yazılıyorlar. Bu gerçekten hem sevindirici hem hüzünlü bir şey. Yani bu vebalin altından nasıl kalkacağımı bilemiyorum.

 

ÖM: Evet zorlu bir konu. Siz aslında çok dar bir kadroyla çıkarıyorsunuz gazeteyi.

 

MV: Vallahi bundan darı olmaz! Tek kişilik!

 

ÖM: Oğlunuz da var.

 

MV: Evet o da var, özellikle son 2 yıldır elektronik biçimde yayımlanabiliyoruz, onda da oğlumun parmağı var. Öyküsü de çok tuhaf; Yunan gazeteciler cemiyetinden gelenler olmuştu, gazetenin nasıl çıktığını gördüler. 11 santimlik sütunlarda yazıyorduk, ondan sonra kesip yapıştırıyorduk, fotokopi çekiyorduk aydınger kâğıdına, ondan sonra onları monte edip 4 sayfa matbaaya yolluyorduk. Adamlar, “Yahu nasıl yapıyorsunuz bunu?” dediler, “Nasıl yapalım elektronik programımız yok?” diyorduk. Sağolsunlar hemen bir program yolladılar, güzel bir program ama bizim gazetedeki bilgisayara yüklemeye gelince bilgisayar ateşler çıkartmaya başladı! Gutenberg’i hatırlattı, “biz Gutenberg’in bilgisayarıyız, bundan anlamayız!” diye. Oldu boşuna bir hediye, kaldı ortada. Oğlum, “Baba üzülme, ben sana bilgisayar yaparım,” dedi. Gitti Atina’daki bit pazarına, -Monastiraki diye bir yer vardır, böyle eski şeyler satılır-, oradan aldığı parçalarla bana bir bilgisayar yaptı. Gerçekten de o bilgisayara yükleyebildik, ama ikaz etti “Bak biz bunu yükledik, çalışıyor, ama sakın buna fazla güvenme, günün birinde koyuverir” diye. Ondan sonra çekti gitti askerliğini yapmaya Yunanistan’da. İkide bir sorun çıkıyor, o nöbette bir elde tüfek bir elde telefon, ben şöyle boynumla kulağım arasında telefonu sıkıştırmış masanın altında kablolarla uğraşıyorum. “Baba şu kabloyu çıkar, baba bu kabloyu oraya koy” falan diye çalıştırmaya çalışıyoruz. Gidiyordu böyle bu iş, ama bir gün çöküverdi, onun da askerliğinin bitimine 1 ay kalmıştı, izni de yoktu çünkü iki kere izinli getirttim, tamirini yaptı gitti.

 

ÖM: Özel izin.

 

MV: Yunanistan’dan buraya! İyi ki burada sınırda bir yerde dağ başındaydı, yakın.

 

ÖM: Türk sınırını koruyordu yani?

 

MV: Evet. Valla kimi koruyordu bilemiyorum… neyse. Bitmesine 1 ay kala çöktü bilgisayar. Maalesef bütün arşiv de gitti, resimler vs. vardı, ama ne yapalım bunun başka yolu yok. Mecburen gazete 1 ay tatile girmesin diye oğluma ertelettim askerliğini, ama erteleyince 6 aydan daha az bir müddet erteletemiyorsun, yani önemli bir nedenle gidiyorsun başvuruyorsun, ayrı bir sebeplerden dolayı, 6 ay veya 1 sene erteletebiliyor.

 

ÖM: Ama ondan sonra tekrar gidiyor?

 

MV: Tabii ondan sonra gidip 1 ayını yapacak. Bu arada buraya geldikten sonra o 6 ay geçmeden Yunanistan’da askerlik 11 aydan 9 aya indirildi, dolayısıyla gittiğinde “ne geldin, senin askerliğin bitti zaten?” dediler.

 

ÖM: “Kahır yüzünden lütuf” derdi eskiler böyle bir durumda.

 

MV: Bu arada başka bir vakıf, Levendis Vakfı diye bir vakıf, Londra’da merkezi, bize dedi ki “ne istiyorsunuz?” Tabii bizim günlük harcamalarımız, yani cari bütçemiz açık, ama onların statüsü böyle bir yardımda bulunmaya izin vermiyor, muhakkak bir materyal olması lazımmış, biz de dedik “bilgisayar olsun.” Şimdi güzel Mac’ımız var, ama düşünün, yiyecek yemeği olmayan birine ipekli gömlek almak gibi birşey! Ama yine de fena değil, artık o dertlerimiz bitmiş oldu.

 

ÖM: Şimdi nedir durum? Pek çok yayın organında, hakikaten haklarını yemeyelim, iyi yer aldı fakat burada da bir daha konuşmak isteriz.

 

MV: Bazı dikkatsizlikler, bazı değişik görüş açıları, yanlış intibalar bırakabilir. Bu fırsatla bana bunun doğrusunu söylemek imkânını tanıyorsunuz. Genellikle hepsi değil, ama bazı gazeteler, gazetenin zor durumunu Yunanistan’ın krizine bağladı. Bir yönden doğru olabilir, ama esasında Yunanistan’daki kriz bardağı taşıran son damla. O koca bardağı dolduran damlaların sorumlusu Yunanistan kriziydi. Özellikle 1964’ten bu yana Rum toplumunun uğradığı erozyon -ki bu bir negatif ayrımcılığının sonucu. Biliyorsunuz 6-7 Eylül olaylarını konuştuk, ondan önce Varlık Vergisi, vs. bütün bu eritme programı dediğimiz zincirin halkalarının ağırlığına rağmen 1964 yılının sonuna geldiğimizde İstanbul’un Rum nüfusu 90 bin’in üstündeydi ve Apoyevmatini rahat rahat yaşamını sağlayabilecek satışlara sahipti. 1964’te İsmet İnönü hükümeti o zaman, Mustafa Kemal’le Venizelos arasında 1930 yılında aktedilmiş olan Seyr-i Sefain İskan Anlaşması’nı tek taraflı olarak feshetti. Neydi bu anlaşma? Bir Türk vatandaşı Yunanistan’da bir Yunan vatandaşı Türkiye’de yerleşip çalışabiliyor ve seçme, seçilme hakkı hariç o ülkenin vatandaşıymış gibi rahat hareket edebiliyordu.

 

ÖM: Her türlü hakka sahipti.

 

MV: O büyük savaştan sonra bu iki devlet adamının, iki halkın arasındaki bu husumeti yumuşatmak, durumu düzeltmek için yaptıkları bir anlaşmaydı bu. O anlaşma gereğince, daha doğrusu o anlaşmadan önce, Türkiye’de doğup büyümüş olan, -sonradan yerleşmiş olanlar da var- Yunan vatandaşı, Rum cemaati mensupları bu anlaşmaya istinaden burada kalabiliyorlardı. Karşılığında Türkiye’den de Yunanistan’a gidip yerleşmek mümkündü. Ancak bunun dışında kalan istisnalar vardı, bu da mübadeleyle Türkiye’den Yunanistan’a Yunanistan’dan Türkiye’ye göçmek zorunda bırakılan kişiler bundan istifa edemiyordu. Yani herhangi bir Yunanlı, yahut herhangi bir Türk karşı ülkeye gidip yerleşip oturabiliyor ama buradan gitmişse gelemiyordu, bundan istifa edemiyordu. Bunun bir makul tarafı var, eğer böyle bir yasa çıksaydı bütün mübadiller hemen koşarlardı. Çünkü hiçbiri memnun değildi, ne buradan gidenler ne oradan gelenler. Dolayısıyla 1964’e geldiğimizde 12 bin küsur, 13 bin’e yakın Yunan vatandaşı Türkiye’de yaşıyordu. Bu kişiler 1964’te bu anlaşma iptal edildikten sonra, önce en ekabirden başlayarak birinci şubeye çağrılıyor, bir kâğıt imzalatılıyor kapalı ve 48 saat içerisinde 25 kiloluk sırf zati eşyasını ihtiva eden bir valizle Türkiye’yi terk etmek zorunda bırakılıyordu.

 

ÖM: Evet, bu İsmet İnönü’nün tek taraflı iptalinden sonra anlaşmayı?

 

MV: Evet 12.900-13 bin kişinin gitmesi demek 13 bin ailenin gitmesi demekti, çünkü bunlar aile reisi kişilerdi, çocukları, anneleri, kardeşleri falan. Böyle olunca tam 18 ay içerisinde bu tamamlandı, 18 ayın sonunda 90 bin artı olan İstanbul Rum nüfusu, 30 bin eksiye düştü ve en zengin yani ekabir aileler gitmek zorunda kaldı. Tabii çorap söküğü gibi bunları izleyenler oldu. O zaman Yunanistan Marshall planıyla yeni bir çağa girmiş müreffeh olan bir toplum, yani çalışmaya açık falan. Herkes oraya gitmeye başladı. Dolayısıyla buradaki nüfus her geçen gün eksiliyordu. Mesela yaz başında adalara falan gidildiğinde herkes toplanır, “Yahu geçen seneden kim yok?” “Nikolas’lar gitti, Mihail’ler gitti,” “Aaa bak Yanni’ler burada,” “E buradayız, ama sezonun sonunda gidiyoruz. Buradan İstanbul’a inmeyeceğiz, doğrudan gidiyoruz,” falan gibi böyle hep hüzün verici, hep tedirgin edici şeyler konuşulurdu. O dönem büyük bir tedirginlik içinde, hani şu rahmetli Hrant’ın dediği “güvercin tedirginliği” var ya işte o güvercin tedirginliğiyle yaşandı. Zaten her geçen gün yeni bir haber çıkıyor, Kıbrıs’ta başka bir olay oluyor. Sonra biliyorsunuz geçen gün Kültür Bakanı da söyledi, ben 50 senedir söylüyorum, Kıbrıs’taki Yunan asıllı kişiler yani İngilizce’de ‘Greek Cypriot’ dediğimiz, kendilerini böyle ifade eden, Yunan kökenli Kıbrıslılar burada Rum adıyla anıldı. Bu bence hiç tesadüf değil. Onlara Rum nitelemesi vermekle Kıbrıs’ta meydana gelen ve Türk kamuoyunda infial uyandıran bütün olaylar onlara yüklendi. Kimdir Rum? İşte Mihail yanımızda. “Yahu sizinkiler bizimkileri öldürüyormuş Kıbrıs’ta?” “Yahu hangi bizimkiler, hangi sizinkiler?” Peyami Safa gibi yazarlar “Bizden olanlar, bizden olmayanlar,” gibi yazılar yazarlar. Yani o günlerin gazetelerini gözden geçirseniz tüyleriniz diken diken olur. Zaten beni gazeteciliğe iten de bu oldu, bunlara cevap yetiştirmek için gazeteciliği seçtim.

 

Bu durum böyle devam etti ve bugüne 2000 kişiye geldi. Tabii 1964’ten sonra bu erozyon devam ederken artık Rum gazeteleri de birbiri ardı ardına kapanmaya başladı. Apoyevmatini biraz daha kendisini kurtarabildi, bu da bir tesadüf neticesi. Biliyorsunuz bizim Apoyevmatini’nin yazıhanesi tam Rus Konsolosluğu’nun karşısında Suriye Pasajı’nda, 6 Eylül’de zarar görmeyen tek Rum müessesesi oldu, her taraf kırıldı, yıkıldı ama güvenlik güçleri bir tek o dar yeri, Rus Konsolosluğu’nun bulunduğu yeri koruma altına aldılar. O zaman Sovyetler Birliği biliyorsunuz, bir olay çıkmasın diye

 

ÖM: O sayede...

 

MV: O sayede bizim gazete de kurtuldu. Buna rağmen 15 gün çıkmadı, çünkü ne yazacağını bilemiyordu adamcağız!

 

ÖM: Evet!

 

MV: Sonra muteber gazetelerin haberlerini alıp çevirerek yavaş yavaş yayınına başladı. Tabii damlalar o zamandan beri dolmaya başladı. Bu arada artık Apoyevmatini de ayakta durma imkânını bulamıyordu. Apoyevmatini benim babamın kuzenleri tarafından kurulmuştu, daha sonra 60’lı yılların o dönemlerinde baş yazar olan Grigorios Yaveridis’in eline geçti. O da kendi ismine değil kız kardeşinin kocası olan Dr. Adosoğlu'nun adına kaydoldu, sahibi olarak gazetenin. Onların çocukları da yoktu. Durum zorlaştıkça bir dairesi vardı Yunanistan’da onu sattı; Apoyevmatini onun evladıydı, çoluk çocuğu da olmayınca.

 

Mahir Ilgaz: Dairesini sattı yanı ayakta tutabilmek için gazeteyi?

 

MV: Tabii tabii gazeteyi ayakta tutabilmek için oradaki dairesini sattı. Bir müddet sonra hastalandı, 10 sene yatalak olarak kaldı. Hasta yatağından idare etti. Apoyevmatini gazetesi, ben teslim alırken 4 sayfa, Yunan dergilerinden suya sabuna dokunmayan, mesela “sabunla mı elleri temizlemek daha iyi yoksa likid sabunla mı?” falan gibi böyle önemli konular üzerinde yazılı makaleleri kesip yapıştırarak böyle çıkmaya başlamıştı. 2002 yılında sizlere ömür vefat etti. Böyle olunca Apoyevmatini kapanmak durumuyla karşı karşıya kaldı, ama o dönemde de 70 küsur senesini tamamlamıştı. Ben Yunanistan’daydım, orada yayımladığım gazeteyi kapatmıştım, “Gelip bunu teslim alır mısın?” diye önerdiler. Benim için önemli bir teklifti, hemen sarıldım, geldim. İlk hedefim tirajı 80’e düşmüş olan Apoyevmatini’nin İstanbul’daki her Rum’un evine girmesini sağlamaktı. Çünkü her zaman Apoyevmatini ile büyümüştü İstanbul Rumları; doğum, ölüm, bütün haberler olurdu. Zaten mottosu da “Apoyevmatini’nin haberi olmadan İstanbul’da ne bir Rum doğar ne bir Rum ölür”dü.

 

ÖM: Evet çok güzel bir şiarı var.

 

MV: Dolayısıyla her Rum evine girdik. 20’li yıllarda 30 bin’i aşkın tiraja sahip olan Apoyevmatini o dönemde hedef kitlesinin –bugünkü çok antipatik deyimle- %70’ine falan ulaşıyor idiyse, bugün %99’una ulaşıyor 600 tirajla. Bunun altını çiziyorum çünkü resmi ilan için müracaat ettiğimde 5 bin tiraj şartı kondu. “Yahu siz bana 5 bin Rum ailesi bulun ben onlara satmazsam zaten o zaman istemeyeceğim!”

 

ÖM: Evet onlar da böyle bir hukuki gerekçe gösteriyorlar değil mi?

 

MV: Hukuki bir gerekçe değil bu, bu bir yönetmelik esasında, ve ben şöyle düşünüyorum, yönetmelik neden yapılıyor? Çünkü bu fon gerçekten zayıf durumda olan bir gazeteye destek olabilmek için.

 

ÖM: Ve demokrasinin en temel prensibi zaten bu, medyanın dördüncü kuvvet olarak bulunabilmesinin şartı da böyle bir özgür ortamda destek bulabilmesi.

 

MV: Tabii.

 

ÖM: Basın İlan Kurumu da bu iş için zaten.

 

MV: Tabii, ama diyor ki “Yönetmelik bana izin vermiyor”. Kardeşim yönetmeliği sen gerçek muhtaç olanlara bu yardımı sağlayabilmek için yaptın, ama herşeyi bilmediğin için bazı şeyler gözden kaçtı. Bu durumda eğer yönetmelik gerçekten yardım edilmesi gereken bir gazeteyi dışarıda bırakıyorsa, gazete dışarıda kalmaz, yönetmelik değiştirilir.

 

ÖM: Evet, bu sıralarda bizim hep konuştuğumuz gibi, hukukla kanun arasındaki fark

 

MV: Tabii en önemli şey.

 

MI: Bürokrasi işte, neye yaradığını görüyoruz bir kere daha.

 

MV: Bürokrasi çok şeye yarıyor, bürokrasi olmadan belki her şey karmakarışık olur, ama bu Tanrı kelâmı değil ki. Yanlış olanı görürsün ve düzeltirsin.

 

ÖM: Aynen öyle tabii.

 

MV: Bunun peşindeyim şu anda ama bu yayın dolayısıyla öyle bir durumlar oldu ki, bana dediler ki “Devlete seslen”. Dedim “Bir kere efendice yazdım, seslendim, cevap gelmedi, artık bundan sonra devlete seslenmek gereksiz. Ben millete sesleneceğim. Millet sesini benimle birleştirip de devlete seslenirse o ağır işiten kulaklar işitmek zorunda kalır.” Zannediyorum ki eğer bir müddet sonra bu yatışmayacak da sönmeyecekse ve duyması gereken kulaklar yine duymazlıktan gelmeyecekse bu mucize olacak.

 

ÖM: Bu son derece önemli bir şey, yani bir kampanya var, biraz da ondan bir iki kelimeyle bahsedebiliriz.

 

MV: Kampanya gerçekten ciddi söylüyorum bazen sesim kısılıyor, gözlerim şey çok konuşamıyorum. İsmini vermek istemem, belki istemiyor, bir hanım profesör doktor, telefon etti “Beyefendi gazeteye abone yazılmak istiyorum,” Ben anladım, bilmiyorum kim olduğunu karşımdakinin tabii. “Ama Rumca bilmiyorsunuz değil mi?” dedim. “Evet ama mühim değil, yalnız hemen, çünkü yarın hastaneye yatacağım, ameliyat olmam gerekiyor. Önce bunu halledeyim” dedi. Tüylerim diken diken oldu, hanımefendi lütfen rica ederim” ondan sonra kim olduğunu söyledi, ünvanını söyledi, şaştım kaldım. Dedim “siz hastanenize gidin, şifanıza kavuşun ondan sonra görüşelim”. Böyle bir şey insanın tüylerini ürpertiyor.

 

ÖM: Evet gerçekten öyle. Aboneliği ne kadar bunu da söyler misiniz?

 

MV: Ay çağrı yapıyormuşum gibi olmasın!

 

MI: Biz yapalım.

 

ÖM: Biz yapalım çağrıyı sizin adınıza?

 

MV: Bunu Baskın Oran hoca bana büyük fırça attı kapatacağımı öğrenince gazeteyi. “Ben 12 Temmuz’u seçtim dedim, “Esasında Şubat’tan kapatmam gerekiyordu. Her yayımlandığı gün 250-300 Lira zarar oluyor, ama şu 86 yılı bitirelim 87’e girelim, orada bırakayım”.  Duydu Baskın Oran hoca telefon etti “Bana bak Vasiliyadis! Senin gücün bu gazeteyi tek başına çıkartmaya yeter, ama kapatmaya yetmez. Biz onu sana kapattırmayız!” dedi.

 

ÖM: Tipik bir Baskın tavrı.

 

MV: Ondan sonra kampanya başladı, Samim Akgönül, Cengiz Çandar, yani kimler yok. Herkes abone yazdırıyor, ama bu taşıma suyla bu değirmen dönmeyecek. Gerçi bir müddet bir nefes aldıracak ki aldırdı bile görüyorum, yani 2 günde 60-70 abone yazıldı, hepsi Rumca bilmeyen genç arkadaşlar yahut üniversite hocaları falan. Evime geldiler, bir de spot hazırlıyorlar Bilgi Üniversitesi talebeleri. İşte “Apoyevmatini kapanmasın, o bizim de kültür mirasımız” diye. Böyle bir spot yapıyorlar. Benim bildiğim bu, gördüğüm bu, negatif ayırımcılığın kurbanı olan bu gazete pozitif bir ayırımcılıkla yaşamalı.

 

ÖM: Evet hayati önem taşıyor bizim için de. Yani bu bir kültürel mesele aslında tamamen, yani bu kültürü zihniyeti değiştirmediğimiz sürece zaten hiçbirimiz ayakta kalamayız.

 

MV: Yine Baskın Oran hocanın bir lafını söyleyeyim “Vasiliyadis, sen bize, yani Türkiye’ye büyük bir fırsat verdin. Biz bu gazeteyi kurtaracağız, bu Türkiye için çok önemli bir şey olacak. Çünkü bu bir Türk kültür mirasıdır. Bu gazete Yunanistan’da çıkan, Yunan halkına hitap eden bir gazete değil ki, Türk toplumunun bir kesimine hitap eden bir gazete” dedi.

 

ÖM: Evet, bu çok önemli tabii Baskın Oran’ın söylediği, ama buna ilaveten benim de aklıma şu geldi, şimdi siz bunları söylerken, yani Türkiye’de kalan Rum gençlerinin de kendi dillerini kullanmaları açısından da hayati bir önemi var. Bir başka kültür, onlar da kullanamadıkları için...

 

MI: Sadece gençlere yönelik de değil sonuçta

 

ÖM: Rumca kullanamıyorlar ama...

 

MI: Rumca’nın varolması için

 

MV: Rahmetli Hrant bana derdi “Gel şuna Türkçe bir sayfa ekle, açılabilirsin.” Düşündük taşındık, benim çok sevdiğim bilge hocamız var Bay Frangopulos, belki tanırsınız, bilirsiniz, onunla oturduk konuştuk. O da eğitimci olduğu için çok hassas bu konuda “Zaten Rumca bilmiyorlar, konuşamıyorlar, oraya bunu korsak bu sayfayı, herkes onu okuyacak gerisi kalacak,” dedi.

 

ÖM: O da doğru tabii.

 

MV: Ben bakıyorum Ermeni gençler Ermenice’yi bilmiyor, Ermeni gazeteler Jamanak olsun, Marmara olsun 60 bin kişilik bir kitlesi var, ona hitap edemiyor. Bir de benim çok önemli gördüğüm başka bir şey var; Apoyevmatini’nin kurtulması yalnız Apoyevmatini için önemli değil, yalnız Türk toplumu için de önemli değil, Rum toplumu için çok önemli. Şöyle ki, Apoyevmatini’nin yaşamı bütün bu 86 yıl boyunca Rum toplumunun yaşamıyla paralel çizmiştir. Rum toplumu müreffehken Apoyevmatini’nin durumu iyi olmuş, zorla giderken zorlanmış ve Rum toplumunun bütün tarihi, sosyal, siyasi, spor, eğitim, balolar, her şey Apoyevmatini’nin sütunlarında var. Oradan doktoralar çıkıyor, yüksek lisans çalışmaları çıkıyor. Apoyevmatini’nin kapanması, zaten son 2-3 senedir morali çok düşük olan Rum toplumunun moralini daha da düşürecektir. Yani dayanaklarından birinin ayağının altından kaydığını görecektir. Manen bir çöküş. Sze söyledim biraz evvel işte, toplandığımızda “Km yok?”, “O da gitti, şu da gitti,” “Nikolar da kalmadı,” “Şimdi Apoyevmatini de yıkıldı gitti.”

 

ÖM: Evet hayati önem taşıyor gerçekten.

 

MV: Bütün toplum için üzüntü kaynağı olacak.

 

MI: Peki nasıl abone olunuyor gazeteye?

 

MV: Abone olmak mümkün değildi eskiden, çünkü zaten dağıtıcılar dağıtıyor, ama oğlumun bu yardımıyla yurt dışına gönderme imkânımız oldu pdf sistemiyle. Ve yurtdışına 1000’i aşkın adrese pdf olarak yolluyoruz, onlar da forward yapıyor. Böylece yurt dışındaki eski Rumlarla buradakiler arasında da bir bağ kurulmuş oldu.

 

ÖM: Bu da beklenmedik bir yeni şey.

 

MV: Abone ancak elektronik oluyor. İşte oturduk, “Ne yapalım?” dedik, “100 Lira senelik olsun,” dedik ve senede 100 Lira veya 6 ayda 50 Lira, 3 aylık 25 Lira bir abone imkânı sağlayalım dedik. Bu kampanyayı yürütüyor bu arkadaşlar, telefonlar geliyor. 60’a yakın 2 günde abone yazıldı.

 

MI: Peki abone olabilmek için aranabilecek telefon numarası var mı?

 

MV: Bize bir mail yolluyorlar, bu twitter mıdır ne karın ağrısıdır, bir de nedir Facebook’ta oralarda dolaşıyor ve gençler bize mail yolluyor. Bizim mail’imiz [email protected]. Bize mail yolluyorlar ve biz bu maile cevaben onlara hesap numarasını gönderiyoruz, bankaya yolluyorlar. Şimdi internet bankacılığı falan da varmış.

 

ÖM: Mihail bey çok teşekkür ederiz, biz de bunun bir parçası olmaktan gurur duyuyoruz ve keyif duyuyoruz Açık Gazete olarak ve Açık Radyo olarak da konuşabilirim herhalde. Telefon numaranızı da verelim mi?

 

MV: 0 212 225 59 57, cep telefonum yok kullanmıyorum, kredi kartı da kullanmıyorum.

 

ÖM: Apoyevmatini akşam demek değil mi?

 

MV: İkindi.

 

ÖM: Mihail bey çok teşekkür ederiz. Baskın Oran’a katılıyorum, Apoyevmatini’yi ayakta tutmak hepimiz için büyük bir fırsat da aynı zamanda. Çok teşekkürler.

 

MV: Ama ben de sizi hiç konuşturmadım galiba, istirahat ettiniz! “Bir dokun bin ah dinle kase-i fafurdan” derler ya bu konu açılınca.

 

ÖM: Çok teşekkür ederiz bizimle birlikte olduğunuz için.

 

MV: Teşekkürler ben de, dinleyicilerinize teşekkür ederim, sağolun.

 

ÖM: Mihail Vasiliyadis’le Apoyevmatini’nin geleceğini konuştuk burada.

6 Temmuz 2001 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

Açık Gazete'nin podcast servisine abone olmak için tıklayın.